RENKSEL MAGMADAKİ İÇ DEVİNİM
Kaya Özsezgin

2009 da Kare Sanat Galerisi’nde açılan  ‘Magma’ Sergisi katalog yazısı

Sanatta biçim kavramının, ait olduğu eğilim kapsamında ve kendi kuralları gereği, zaman içinde oluşum geçirerek belli aşamalar kaydetmesi, süreçselliğin doğal sonucudur. Her sanatçı için geçerli olan bu süreçsellik, akan zamanla birlikte yapıtın içeriği kadar dokusuna da işler ve onu zorunlu olarak dönüşüme uğratır. Dönüşümün hızlı ya da ağır işlemesi, sanatçının kullandığı malzeme bağlamında olduğu kadar, biçimin yapısal oluşumu açısından da söz konusudur.

Sanatçının yapıtlarını zamanın akışına uyumlu olarak izlerken, bu tür değişimlere tanık olmamız, organizmanın canlılığı ve yaşarlığı konusunda bize olumlu ipuçları verecektir. Kendi içinde donmuş ve yaşarlığını yitirmiş biçimsel ve özsel organizmalar, aynı zamanda üretkenliğin devamı konusunda kuşkular uyandırırken, bunun aksine, canlılığını koruyan biçim organizmaları, her türden metamorfoza açıktır.

Değerlendirme ölçütlerimiz arasında öncelikli yeri bulunan bu kavram, sanat yapıtının içsel dinamiği açısından vazgeçilmezlerden biridir. Kişisellik ekseni, bu içsel dinamik var olduğu sürece yıpranmadan sürdürebilir varlığını.

Ahmet Özel’in 1980’li yıllardan bu yana ürettiği işlerinde,  nirengi noktasını gözden uzak tutmaksızın  sınırlarını daha başından saptadığı  temel ilkelere uyumu, bu çerçevede değerlendirebiliriz. Çok da  kesin bir değişimsellik gibi görünmese de,  varlığını hep hissettirmiştir bugüne kadar.  İçten içe etkisini sezdirir ve izleyiciyi,  yabancısı olmadığımız  bir çizgi üzerinde gözlemlemeye götürür. Soyutçu bir çizgidir onun resmi için geçerli olan kişisellik ekseni. Ancak bu soyutçuluk mekanik değildir; yaşamla bağını hep muhafaza eder, kaynağını orada bulan  değişimselliğe uzak kalmak  istemez. Yaşamın somutluğundan resmin soyut dokusuna doğru sızan ve orada görsellik anlamı kazanan ayrıntıları yakalamak ister.

Somut varlığın ilk oluşum göstergesi olarak kosmos, Özel’in karton, kontrplak ve tuval üzerine uyguladığı resimlerinde renksel göstergeler halinde kendini açığa vurur. Lifli renk  bantlarının üst üste binerek, yan yana gelerek oluşturduğu  yoğun dokusallık, Ahmet Özel’in resimlerinde anlamını bulan bir renk magmasıdır.

Boyanın ilk kullanımının sabit tutulmasıyla sağlanan lifler, bu renk magmasını belirleyen unsurlar olarak daha ilk bakışta dikkat çeker. Koyu renk tonları arasında kimi zaman ışıklı bir leke, kimi zaman dokunun ağır etkisini vurgulayan kalın boya katmanlarıyla örülü bir derinlik imgesi halinde belirir resmi tipik yapan bu doku.  Söz konusu dokuyu,  renk konstrüksiyonu olarak isimlendirmek de mümkün. Her güçlü sanatın gerisinde soyutlamacı bir tekniğin bulunduğu tezini öne sürmüş olan  Silbermann’ın görüşünden yola çıkarak, Özel’in magma içerikli resimlerindeki ağırlıklı konseptin de, gerçeklik kaynaklı soyutlama olduğu söylenebilir. Bu yöntem, boyanın açıklı koyulu tonlarının iç içe geçerek görsel bir yapılanmaya dönüşmesiyle sağlanır;  yani düzensiz magmanın konstrüksiyon kazanmasıyla “biçim” olma aşaması tamamlanmış olur. Platon’un metinlerinde geçen şekliyle ifade etmek gerekirse,  yaşam, nasıl trajik olanla başlayıp, karşıt ve düzensiz güçlerle dengesizleşen  “diyonizyak” kaosla oluşuyorsa  kozmik evren tablosu, yani Ahmet Özel’in resimlerinde kendini içten içe sezinleten kozmik tablo da böyle bir süreci izler. Bütün oluşumun kaynağı, bu belirsizliğin açımlanması anlamındadır.  Yaşama yön veren dinamik güçlerin habercisi o olduğu gibi, sonuçta yapılanmayı biçimlendiren güç de aynı belirsizliğin sınırları içindedir.   Renklerin birbiri içinde kaynaşan, dağılan ve durulan devinimsel görünümü, görsel  dinamiğin göstergelerinden biridir.  Kökensel çıkışlarıyla  doğa elemanlarına göndermede bulunan biçimler, birer imgelem motifi olarak iç dünyanın karmaşasına tanıklık ederler aynı zamanda. Özel’in üç yıl önceki sergisi için  “iç manzaralar” başlığını kullanmış olması bundandır.

Bu anlamda iç manzara, soyut-içsel devinimin göstergesi ya da bir dışavurum motifidir.

Sınırları önceden belirlenmiş bir tasarım konseptine dayanmak yerine, resmin oluşum süreci içinde gerçek niteliğini  arayışlarla  bulan biçim kavrayışından söz etmek daha doğru olacaktır bu aşamada. Bir başka deyişle, hiçbir şey  önceden kurgulanmış değildir. Deney önceliğine ( “a priori”) değil,  oluşumla ilgili  etki arayışının sonsallığına ( “a posteriori”) dayalı olmayı, yukarıda değindiğimiz süreçselliğin zorunlu bir gereği saymakla, modernitenin yaygın bir kuralına uyum gösterir ondaki  biçim mistifikasyonu. Soyut biçimlerin örtük illüzyonlarından kalkarak,  figür ya da peyzaj ayrıntısını içinde taşıyor olması, bu  mistifikasyonun sonucudur. Ahmet Özel, erken dönem çalışmalarından  belli resimsel kodlarla aktardığı bu imgeleri fazlaca açmaktan, onları  görünür konuma  getirmekten kaçınır. Resminin dayandığı biçimsel mantık  bunu gerektirmektedir çünkü.

Öte yandan,  onun sanatındaki  ayırıcı özelliği de, doğa ve yaşam çıkışlı olmasına karşın, görünürlük ya da temsiliyet faktörüne itibar etmemesinde aramak gerekir.  Doğa ve yaşam karşısında edinilen otantik duyumlardan çok, ilişkilerin yapısallığına yönelmeyi sağlayan iç duyumlar egemendir onun resimlerinde.

Burada Klee’nin konuya ilişkin bir sözünü anımsanakta yarar var. Klee, resmin doğasal imgeyi görünür düzeye getirmek gibi bir amaç taşımadığını, aksine bizzat görünür olanın  yerine geçtiğine değiniyordu bir yerde.  Ahmet Özel’in figür ve peyzaj ayrıntılarını anımsatıcı görsel unsurları devreye soktuğu yerlerde, Klee’nin bu görüşünü haklı gösterecek biçimde soyut imgelerle kamufle ediyor onları.  Amacının, insan ve doğa arasındaki sıradan etkileşimi yansıtmak yerine, onu  aşan bir çizgi üzerinde soyutlamacı estetiği egemen kılacak bir vizyon yaratmak olduğunu kanıtlamış olmaktadır böylece. Soyutlamacı bir düzen anlayışı olarak da özetlenecek bu tutum, resmin genel çerçevesi içinde ve bu bağlamda bir ölçü (“canon”) estetiği biçiminde de yorumlanabilir. Çünkü yanal ve dikey doğrultuda yüzeyi kaplayan, yerine göre fırça ya da spatülle yerleştirilen kalın renk bandajları, gene soyutlamacı estetik düzeyinde,  belli bir uyum ve kompozisyon endişesini temel alan düzen şemalarına göre oluşturulmuştur. Genellikle bu şemaların ortak beğeniyi amaçlayan formu, onları birbirine bağlar ve resimlerin ana karakterlerinden biri olan  “dizisel”liği  öne çıkarır.

Ahmet Özel’in resimleri yan yana geldiklerinde, birbirinin doğal bir uzantısı oldukları izlenimini yaratmaları, bu dizisel karakterden dolayıdır.  O nedenle de kendi aralarında diptik ya da triptik bir bütünlük ve doğal bağlantı kurabilen resimler, biriyle öteki arasında geçişimli bir üslup bağıntısı bulunduğu ve böylece karşılıklı  süreçsel bir etkinliği teşvik ettikleri  gerçeğinin göstergesi olarak belirirler. Dolayısıyla bu bağlamda ortaklaşa bir akış imgesi kuşatır izleyiciyi. Resimlerin ayrı ayrı, içselleştirme olgusuna açık birer vizyon oluşturmakta ortak dengeler üzerinde biçimleniyor olmaları, gene bu süreçselliğin doğal bir sonucudur.

Yeni çalışmalarından  oluşan sergisi, yakın geçmişle gelecek arasındaki görsellik temelini güçlendirici bir bağ kurmakta etkili olacaktır.