AHMET ÖZEL VE OLUŞUM ESTETİĞİ OLARAK SOYUTÇULUK
Kaya Özsezgin

2005 yılında Antik Sanat Galerisi’nde açılan ‘Merdivenler’ Sergisi Katalog yazısı

Soyutçu estetiğin nerede başladığı ve nerede sonlandığı sorunu, yorum gerektiren ana konulardan biridir bilindiği gibi. Süreçsellik ifade eden “abstraksiyon” ve bu kavramın varış noktası olan “abstre”, bu anlayışı benimseyen her yapıt için, birbirinden farklı soyut kategoriler üzerinde düşünmeyi gerektirebilir. Böyle bir durum, gerçekliğin soyutçu mantıkla özdeşleşen boyutlar açısından derece ayrımlarının söz konusu olabildiği –olabileceği- varsayımına götürür bizi. Sanat değeri içeren bütün yapıtların “soyut” olduğu noktasından yola çıkan kimi düşünürler –bu arada Silbermann- gibi, gerçeklik olgusundan esinlensin ya da esinlenmesin, aslında her sanatçıya özgü çalışma yönteminin soyutçuluk edimiyle uzak ya da yakın ilişki içinde bulunduğu varsayımı ise, sorunu daha da çıkmaza sokuyor. Buna rağmen, genel anlamda Kandinsky’den başlayarak süprematizme ve konstrüktivizme, oradan Neo-Geo’ya ve güncel akımlara kadar uzanan yaklaşık yüz yıllık serüveni içinde, bugün düz anlamda anladığımız salt soyutçuluğun, yeni evren kavrayışına yönelik özgün bir yolu devreye soktuğu göz önüne alınırsa, soruna bu süreçsellik bağlamında yaklaşmanın daha doğru olacağı söylenebilir. Lirik, jestüel ya da geometrik biçim sınıflandırmaları, soyutçuluğun görünürdeki etkileridir gerçekte; yoksa onların yapısal ve içeriksel bağıntılarını çözmekte fazlaca kolaylaştırmıyor işi. Sonuçta soyutçuluk, sanatçının nihai tercihi olarak, bir “sanat formu”nun göstergesi olmanın ötesinde, ancak o resimle izahı mümkün olabilecek alternatif izahlar gerektiriyor çoğunlukla. Bu ise, sanatçının kendisini yapıtının önüne çekerek, onu daha yakından tanımayı zorunlu kılıyor.

Kafkas kökenli bir aileden gelmiş olması, Ahmet Özel’in eski söylencelerden gelen ve simgesel anlamlar içerin kavramlar aracılığıyla düşünmesinden, sanatsal eyleme girişmesinde temel etkenlerden biri olmalıdır. Akademi’deki öğrencilik yıllarında (1980’li yıllar) insan olgusunu ironik bağlantılarla yansıttığı resimlerinde, tasvirciliğin ötesine geçme konusunda bir çabanın sezilmesi, görünür olanla olmayan arasındaki incelikli sınırı irdelemekten yana bir tavır aldığının göstergesi olsa gerektir. Ancak figüratif biçim ilişkileri çerçevesinde saplantılı kalmak, mizacına uygun olmadığından, bu yolu çabuk terk edecek ve yüzeydeki anlamın çözülüp dağılmasına yol açan yeni bir keşfin peşinde olacaktır. Örneğin sıcak bir magma toprağının suya atılmasından sonra soğuyarak cisimleşmesi ve amorf bir kütle oluşturması, bununla göktaşları arasında kuracağı ilişkinin ve “oluşum”sal sürecin anlamı konusunda metafizik yorumlar geliştirmesinde etkili olacaktır. Dünya da güneşten kopan ve boşluktaki küresel biçimini alan herhangi bir gezegendir, başka gezegenler gibi. Astronomi bilimi kurcalandığında, sayısal ifadelere indirgenen pek çok olgunun, şaşırtıcı bir büyüklük içinde kendini gösteren devinimle ilgili olduğu hemen dikkatimizi çeker. O halde bu devinimin kökeninde gizli olan fiziksel oluşumun mantığıdır önemli olan; bu mantık dolayında bakıldığında, nesneyi o nesne yapan koşullar öne çıkacak ve oluşumun süreçselliği, bizi kendine çekecektir.

Ahmet Özel, İstanbul Sanat Bayramı Yeni Eğilimler sergilerinde yer alan çalışmalarından başlayarak geliştireceği soyutçu yorumsallığını, o nedenle somut olgular paralelinde düşünmek gereğini duymuştur. Resim restorasyonu ve ekspertiz konusunda, İtalyan bursuyla Roma ve Floransa’da bir yıl süreyle çalışırken, bu düşünce formasyonunu geliştirme olanağını buldu. Yapıtla doğrudan ilişki, biçim olgusunu daha yakından görme olanağı yaratır. Dolayısıyla resimsel gerçekliğin doğa gerçeğiyle “dolaylı” bağıntısını irdeleme şansı doğar. Ahmet Özel’in sanattaki insan gerçekliğini, doğrudan doğruya sanatsal bir gerçeklik temeli üzerinde algılayıp biçimlendirmesinde, bu deneyimin yararlı sonuçlar vermiş olabileceğini düşünmek yanlış olmayacaktır.

1990’lı yılların tarihini taşıyan resimlerinde, soyutçu eğilimin dayanak çizgileri oluşmaya başlamıştır. Örneğin “Kaos”ta (1994) yukarıda değindiğimiz fiziksel oluşum, net bir ifadeyle karşımıza çıkar. Düz bir zemin üzerinde boya katmanlarının küresel bir form oluşturacak  biçimde üst üste yapılanması, ortadaki bu ana forma eşlik eden bağımsız renk parçalarının da çevreye dağılmış durumda gösterilmesi, kütle ve espas arasında kurulan bağıntının anlamını vurgulamakta, bize Kafkas söylencesindeki sıcak magma olgusunu düşündürmektedir. Aynı tarihlerin ürünleri olan resimlere koyduğu isimler (Yeni Hayat, İlk İşaretler, Yönelişler, Hücreler…) çıkış noktasının bu resimler için de söz konusu olduğunu belgelemektedir. Ahmet Özel’in bu dönem resimlerinde ve kuşkusuz daha sonrakilerde, espas ve hacimsellik, biçime asıl niteliğini kazandıran renk olgusunun bu kavramlar eşliğinde ele alınıyor olması, devinim ve oluşum mekaniğinin soyutçuluk düzeyinde üç boyutluluk çerçevesinde tasarımlandığını gösterir. “Yeni Hayat” dizi altında toplanan resimlerde ise, göktaşlarının değirmi formu, yukarıdan aşağıya doğru ya da çaprazlama biçimde uzatılarak, insan bedenini anımsatacak değişimlere uğrar. Aslında bu değişim, bu kez “insan” olgusunun canlı organizmasına göndermede bulunan, bir başka oluşum dizgesini ilk akla getirir; insan bedeninin doğumla ölüm arasında yaşadığı süreçsel oluşum (hayat), gerçekliğin indirgenmiş formları düzeyinde ele alınmıştır burada. Tabloda diklemesine, dikdörtgen formlar eşliğinde yansıtılan bu bedensellik, yer yer birbirini örten, yer yer de daha yoğun bir boya tabakası önüne, daha az yoğunlukta bir başka boya tabakasının getirilmesiyle sağlanan geçişimlilik (yarı transparan etki) üçüncü boyut kavramını (derinlik) vurgulayan anlamdadır.

Ahmet Özel’in yeni resimlerinde, bu yarı transparan etki, aslında kapatıcı olan yağlıboyanın yanı sıra akrilik ve kolaj kullanılarak ya da boyanın daha ince sürülmesiyle sağlanan bir hafifliğe gidilerek öne çıkarılıyor. Fırça izlerinin resim yüzeyi üzerinde oluşturduğu trükaj, dokusal biçim estetiğine de olanak vermektedir böylece. Hatta bu olanağı daha ileri noktalara taşıyabilmek için, tuval yerine karton yüzeyleri tercih ediyor olması, teknik sorunlara daha büyük ölçekte yönelmenin göstergesi olarak alınabilir.

Kozmik plazmanın ayrıntılı yapı grafiğinden renksel uygulamanın zorunlu kıldığı kompozisyon ataklarına doğru yönelirken, Ahmet Özel’in, bu oluşumsal yapıyı, kendi içinde estetik bir süreçsellik biçiminde algıladığı ve resmini bu süreçsellik konumunda geliştirdiği gözlemlenebilmektedir.